|
| Vathý Ble Kafetéria | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Phebelerta Noé Drungeon Cadı l Müzik ve Psikoloji Profesörü
Mesaj Sayısı : 135 Kayıt tarihi : 02/11/14 Lakap : Phebe, Turunç, Kızılak
| Konu: Vathý Ble Kafetéria Cuma Kas. 14 2014, 23:02 | |
| Ne yazık ki kitapların her türlüsü sevecen değildir. Her birinden hoş kokuların, kumsalda oturur ve dalgaların sesine kulak verirken yenilen pamuk şekerin tatlı rayihasının gelmediği aşikârdır. Öyle kitaplar vardır ki; sizi bir kaşık suda boğuyor, koca okyanusun dibine doğru göbeğinizden kancalamış gibi çekiyor sanarsınız. İşte Phebe kollarında ders notlarının olduğu devasa dosyaları taşırken bunu düşünüyordu. Henüz okula yeni başlamış bir öğrenciyken ders kitaplarıyla derin bir husumet içerisine girmişti. Mezun olana kadar da, onlara beslediği nefrette herhangi bir düşüş yaşanmamış olsa olsa daha bir artış olmuştu. Oysa edebi romanlar okumayı ya da ilgi alanına hitap eden bilgi içerikleriyle alakadar olmayı öyle çok severdi ki genç kadın... Akademiye profesör olarak alındığından bu yana, ders kitaplarına sahte gülücükler yollamaya çalışır hale gelmişti. Çünkü her yerdeydiler. Öğretmenler odasında, çocukların kollarında, sıraların üzerinde, hatta duvarlarda, gökyüzünde, modaya ayak uyduran dükkanların vitrinlerinde... Baktığı her yerde kitap görür olmuştu. Lâkin, yakında vermeye başlayacak olduğu kendi dersleri hakkında her şey ona güzel geliyordu. Psikolojinin derin sırlarını içeren bir kitabın içinde sıkıcı, ruhsuz tarih detaylarına; üzerine yazılan formüllerden dolayı bir kalp çizemeyeceğiniz, ufak bir resim karalayamayacağınız karışık matematiksel notlara; uyuz uyuz ilerleyen cümleler kafilesine rastlayamazdınız. Ya müziğin kulak okşayan ahengini anlatan nota kitaplarına ne demeli? Onların içinde kendi alt benliklerinden en güçlüsüne rastlıyordu adeta. Havaya salınan her bir nâmeye ruhunun bir parçası saklanıyor ve evrenin bilinmezine giden bir yolculuğa çıkıyordu. Buna rağmen, öğretmenler odasında gördüğü tüm kalın ve sıkıcı kitaplara duyduğu antipatiyi yenmek için ya en yakın psikoloğa gidecek ya da onun yerine haftada üç gün evinde televizyon izlemeye ve yanında patlamış mısırını yemeye devam edecekti. Resonantia Caddesi'ne çıkan ilk aradan döndü. Henüz havanın kararmasına pek bir vakit olduğundan, ışıklarla kendilerine müşteri çekmeye çalışan kafeler şimdilik soluk duruyordu. İçinde hatrı sayılır büyüklükte bir kütüphane barındıran ve enfes kahveleriyle midesine bayram havası getiren Vathý Ble Kafetéria'ya doğru yürüdü. Geniş ahşap masalar ve eski zamanlardan fırlamışçasına özenli motiflerle işlenmiş sandalyeler ona eski bir dostun candan selamını verdiler. Kafenin geniş camının ardındaki, caddeden geçenlerin ve etrafa sıklıkla yayılmış ağaçların görünebileceği masaya oturdu. Elindeki notları masaya yayıp incelemeye başlarken garsonun uzattığı menüyü kaptı. | |
| | | Simon Lionheart Cadı
Mesaj Sayısı : 259 Kayıt tarihi : 25/09/12 Yaş : 34
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria Cuma Kas. 14 2014, 23:24 | |
| Pek sık yaşayamadığı bir anın ortasındaydı, sessizlik... Genel olarak görevi gereği hep dışarılarda birilerinin canını almakla uğraşıyordu. Elbette onların acı dolu yakarış sesleri arasında sessizliği aramak aptalca olurdu. Ama o da zaten bunu sevmiyor muydu? Acıdan dolan gözleri, kurtulma umudu ile yalvarmaları... Hatta bazen avıyla oynamayı da severdi. Kurtulacağını sanarak her dediğini yapan oyuncak gerçekten de zevk verirdi. Peki şimdi... Son görevi çok çabuk yapmış ve elindeki yemleri çabucak tüketmişti. Bu da can sıkıcı bir duruma sebep olmuştu. Gerçi insanların arasına karışıp değişiklik yapma fikri aklına geldiğinde karşı çıkmamıştı. Hem başka ne yapabilirdi ki... Belki Caitlyn ile bir görüşme... Ama son görüşmesini hatırladığından bundan hemen vazgeçmişti. Acımasızlığın dozunu kaçırdığı zamanlar cadının gözünden kaçmıyordu. Tüm donanımı neredeyse Morgana için biçilmiş kaftandı ama o ailesinin izinden giderek Caitlyn'e hizmet ediyordu. Cadı neden bundan sadece memnun olmuyordu? Belki de karanlığın onu yutmasından endişe ediyordu. Dost olarak ne kadar sevilse de düşman olarak istenilecek tek adamın kendisi olduğunu biliyordu.
Sessizliği düşünceleri bölerken ne yapacağına karar vermeye çalıştı. İnsanların arasına karışmak iyi bir fikir gibi geldiğinden kalabalıkların arasına karıştı. Öğle güneşinin aydınlattığı caddeler kalabalıktı. Sanki tüm insanlar dışarı çıkmak için sözleşmiş gibiydi. Bir ara sokağa girdiğinde boğazının kurduğunu hissetti. Gözüne takılan yer ilgisini çektiğinde oraya ilerledi. Cama yakın bir sandalyeyi kendine çekerek soğuk bir soda sipariş etti. Belki sonrasında bir kahve de içerdi.
| |
| | | Phebelerta Noé Drungeon Cadı l Müzik ve Psikoloji Profesörü
Mesaj Sayısı : 135 Kayıt tarihi : 02/11/14 Lakap : Phebe, Turunç, Kızılak
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria C.tesi Kas. 15 2014, 00:06 | |
| Neredeyse on dakika geçmişti ki, ne sipariş edeceğine karar verememişti. Beş dakika kadar önce çaktırmadan ona bakmaya başlayan garson arkadaş, artık gözlerini doğrudan dikmiş ve kararsızlığının içinden çıkıp da onu fark edemeyeceğine kanaat getirmiş gibi Phebe'yi göz hapsine almıştı. Nihayet elini hararetle kaldırdığında, arzusunu duymak üzere yanına gelen garsona değil, hala elindeki menüye bakıyordu. Yoo, yoo. Chai latte istemez. Daha dün içtim. Kek alacak olsam... Ama sulu bir şeyler lazım. Böyle boğaz yakmalı, mide ferahlatmalı, güzel aromalı bir şeyler... Ya da en iyisi klasik cappuccino olacak... diye geçirdi içinden.
Sonra dudakları aralandı, "Eh o zaman ben bir vanilla latte alayım." deyiverdi, aklından geçenden bambaşka bir şey söylediği için kendi de biraz şaşalamış gibiydi.
Berrak suların tene değişini anımsatan mavi gözleri kısıldı, en sempatik gülüşünün bir alt modelini kullanarak baktı garsona. Kendini oyaladığı kadar onu da oyalamış olduğu için biraz rahatsız hissetmişti. Fakat adamın onu süzen bakışlarından rahatsız olduğu kadar değil elbette. Tebessümüne kibarca karşılık veren ve "Hemen" gibisinden bir şeyler mırıldanan garson dönüp giderken, Phebe onun arkasından çocukları andıran şekilde dil çıkarıp dudak büzdü. Hemen sonrasında ise önündeki kağıt tomarına kafayı yeniden daldırmıştı.
Varoluşçu terapide insanlar, toplum tarafından kişiliksizleştirilmiş, yaşamlarının anlamını yitirmiş ve yabancılaşmış olarak kabul edilirler. Varoluşçu terapi, hastalarının varoluşun anlamını keşfetmelerine ve yaşam, ölüm, özgür irade gibi büyük sorularla cesaretle yüzleşebilmelerine yardım etmeye çalışır.
Dalgınlıkla, okuduğu kelimeler arasında diğerlerine oranla gözüne uzun ve sivri bir sopa imişçesine batan yaşam ve ölüm kelimelerinin altını çizdiğini fark etti. Sonra kafasına üşüseceğini bildiği düşünceleri önceden engelleme umuduyla kafasını salladı. Belki de kendi terapisini kendisi icat ediyordu. Şu kafa sallama olayı bir anlığına beyin hücrelerinde gıdıklanmaya ya da yer değişimine mi neden oluyordu da zihni sessizleşiyordu? Birkaç saniyeliğine böyle yaparken onu biri görse delirdiğine mi kanaat ederdi acaba? Neyse ki etraf gayet sakindi, kimseler yok- Derken onu gördü. Kapıdan içeri azametle giren adamı. Tam da kimse yok diye, kendini evindeki rahatlığının kıyısına bırakmıştı. Fakat kafasını sağa sola sallamayı bırakıp, ellerinin mıhlanmış gibi önündeki kağıtlara yapışıp kalmış olmasının sebebi, içeri birileri geliyor diye üzülmesinden değildi. Yıldırım çarpmış da, yüklendiği inanılmaz elektrik sebebiyle bütün bedensel devreleri hasar görmüş gibi kalakalmasının nedeni, adamın hazin bir biçimde ona tanıdık gelmiş olmasıydı. Boğazından aşağı inmeyi bekleyen tükürük parçasının sabrı denenecek gibi görünüyordu çünkü yakınındaki bir masaya oturmuş olan adama gözlerini ondan ayıramadan baktığı şu anda değil yutkunmak, nefes almak bile imkansız hale gelmişti. | |
| | | Simon Lionheart Cadı
Mesaj Sayısı : 259 Kayıt tarihi : 25/09/12 Yaş : 34
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria C.tesi Kas. 15 2014, 13:25 | |
| Kuru boğazından yavaşça süzülen soğuk soda başta canını yaksa da sonrasında rahatlatmıştı. Camdan dışarıya bakıp insanlar izlerken yeniden düşüncelere daldı. Neden burada olduğunu bile bilmiyordu aslında. Sanki bir şey onu buraya çekmişti. Nedenini merak etse de henüz bilmediğinden sessizce beklemeye başladı. Belki de bugünlük fiziksel eğlencesini bulabilirdi. Gerçi bir barda değil, kafedeydi yani kim kafeye biri ile sevişmek için gelirdi. Bu iş için saatlerin biraz geçmesini bekleyip bara gitmek daha mantıklı bir fikirdi. Düşüncenin garipliği eşliğinde kendi kendine gülümsedi. Dışarıdan bakıldığında o an nasıl göründüğünü bilmiyordu, işin aslı dışarıdan birinin bakış açısına umursadığı yoktu. Sodası biterken gözüne bir kız takıldı, turuncu kızın saçları olan... Dikkatini çekse de ona uzun süre bakmadan eline menüyü geçirdi. Kafe denen bu yerde ne yiyebileceğini merak etti. Belki de sıcak bir şeylere geçiş yapabilirdi. Karnının aç olduğunu da bir an için ufak bir guruldama ile hissetti. O an aklına planlarının arasında yemek yemeyi unuttuğunu hatırladı. Tüm işlerini eksik yerine getiren adam yemek yemeyi unutuyordu. Buna normalde kimse inanmazdı, çünkü işin başında onu gören herkes son derece planlı olduğunu bilirdi. Ama gel gör ki özel hayatı planların dışında kalıyordu. Menüde gözüne hoş görünen yiyeceklerden bir tanesini sipariş etti. Yanında cappuccino içmeye karar verdi. Garson siparişlerini getirmek için ayrılırken gözü yeniden turuncu kızıla takıldı. Kendisine odaklı bakışları gördüğünde olayı idrak etmeye çalıştı. Tamam kadınlar söz konusu olduğunda genel anlamda çekici biriydi ama kızın bakışlarında bir tuhaflık sezmişti. Yavaşça ayaklanıp merakını gidermek adına kızın yanına gitmeye karar vermişti ki siparişleri geldi. O an için kız mı midemi diye düşünürken midesini tercih etti. Kız bu kadar bakmaya karşın istiyorsa herhalde gelirdi. Gelmezse de harika görünen yemeği ardından o kızın yanına giderdi.
| |
| | | Phebelerta Noé Drungeon Cadı l Müzik ve Psikoloji Profesörü
Mesaj Sayısı : 135 Kayıt tarihi : 02/11/14 Lakap : Phebe, Turunç, Kızılak
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria C.tesi Kas. 15 2014, 14:51 | |
| Ciğerlerini dışarıdan saran ve müthiş bir baskıyla canını yakan bir çift el hissediyordu. Neden sonra bunun kendisi olduğunu fark etti. Anın getirdiği şaşkınlık, korku, ödünün kopup uzaya fırlayacak derece gelmiş olması nedeniyle nefes almayı unutmuştu, inanamıyordu. Göğüs kafesini, az sonra koca bir ülkenin halkına birkaç saatlik konuşma yapacak ve soluklanmaya dahi vakti olmayacakmışçasına hava ile doldurdu. Ciğerlerine bastıran ellerin tuzla buz oluşunu ve görünmez kırıntılar halinde burnundan salınıp kafeye dağıldığını hissetti. Hangi ara bu kadar terbiyesiz bir kız olmuştu yahu? Hayatın ona sunacağı normal şartlar çerçevesinde, asla dönüp de bir erkeği gözleri kuvvetli yapıştırıcı ile ona yapıştırılmış gibi süzmez, hatta erkek milletini genel olarak umursamazdı. Hepsinin odaklandığı tek bir nokta vardı; bunun da kızların, güneşin batışını gösteren pencerelerinin önüne geçip de dalıp gittikleri uzaklardan romantizm hayalleri ile dönmeleri ile alakası bile yoktu ne yazık ki. Genç ve güzel bir kız sevilmek, koruyan bir kucak bulmak, yanağı okşansın, mis kokulu başına küçük öpücükler kondurulsun ister; hüznünü içinden çekip alacak ve bin bir parçaya ayırıp yanardağların içine atacak kadar cesur bir erkeğin sarıp sarmalayan kollarını bekler. Kızların bu masum beklentilerini karşılamak yerine olaya çok farklı boyutlardan yaklaşan adamlar bu nedenle Phebe'ye pek bir itici geliyordu. Hani sevimli bir köpek gördükten sonra yürümeye devam eder ve ansızın arkanıza bir bakış attığınızda o köpeğin doğası gereği, masum bir kediyi parçalamakta ve her yeri kanlara bulanarak kendine bir ziyafet çektiğini görür, sonra da "Iğğğ..." diye bir ses çıkarırsınız ya, işte öyle bir iğrenme.
Fakat kendini temize çıkarabilecek durumdaydı şu anda. Herhangi bir çekicilik belirtisine kanıp da gözlerini büyüte büyüte adama bakmaya başlamamıştı ya. Derininden gelen ve yüzünün kıvrımları arasına tehditkar bir biçimde kurulan nefret tohumları sağolsun, çehresinde fena halde bir tanıdıklık sezdiği genç erkeğe gözlerini kırpmadan bakıp durmuştu.
Nihayet içini ferahlatan bir soluklanma anından sonra, beynine yeterli miktarda oksijen yüklemesi yapılmış da devreleri yeniden harekete geçmiş gibi, gözlerini önündeki kağıtlara çevirdi ve başını eğdi. Ya yanılıyorsa ne olacaktı? Ya o adam bu adam değilse? Önünde yazıların bir geçit töreni düzenlediği sayfalara görmeyen gözlerle baktı. İkinci seçeneği vurgulayan ise ona yanılmıyor olabileceğini belirten, kafasındaki tiz bir sesti. Eh, aklındaki figür ile şimdi ilerideki bir masada oturmakta olan aynı kişi ise, belki de kendisinden önce karşıdaki adam tanımıştı onu. O halde neden kalkıp gitmemişti? Yoksa kendi gücüne, karanlığın üzerlerine salacak olduğu gecenin efsununa bu kadar büyük bir güven mi duyuyordu? Şimdi Phebe kalkıp onunla bir büyü düellosuna girmeye kalksa, anında Morgana'nın -bu ismi düşününce, içeriye esinti girmemesine rağmen, yüzüne düşen birkaç turuncu tutam tehditkar bir biçimde sallandı- müritlerinin buraya toplanıp bu kızıl saçlı ve kibar görünümlü kızı bir çırpıda alt edebileceğini mi düşüyordu da bu kadar rahattı? Oysa nazenin görünümüne kıyasla çok güçlü büyülerin armağan edildiği, kanında yelpazesi çok geniş bir efsun şuasının gezindiği bir cadı idi Phebe. Peki şimdi ne yapmalıydı? Ölmeden evvel öldürülmüş saydığı kardeşinin akıtılmamış fakat kirletilmiş kanı, muhtemelen solgunlaşmış ve bitap düşmüş bedeni bu adamın hainliği nedeniyle mi siyaha boyanmıştı?
Mavi gözleri, çağrışım yaptığı denizlere özenircesine bir damla yaşı bırakıverdi aşağı doğru. Aynı anda masaya tok bir gürültü eşliğinde kahve kupasının konduğunu işitti ve kafasını kaldırdı. Onu böyle kederli ve kızgın bir suratla görmek, hayatta beklediği en son şeymişçesine şaşıran garson korkarak ellerini yukarı kaldırdı, teslim oluyormuş gibi.
"En son buna karar verdiniz, öyle demiştiniz. Eğer kararınızı değiştirdiyseniz hemen gidip değiştireyim," dedi sesini biraz alçaltarak ekledi, "İsterseniz bir on dakika daha düşünün, bu kadar üzülmeye, sinirlenmeye değmez ki."
Phebe pek çok duygunun bir potada eritilmiş ve ona sunulmuş oluşuna hayret etti fakat yine de gülmekten kendini alamadı. Başını iki yana sallayarak,
"Yoo, aslında kahvemi beklerken bazen çok duygusal olabiliyorum. Anlarsınız ya, dünden beri içmedim, içim bir tuhaf oluyor doğrusu." diyerek dalga geçti ve kaşları göğe yükselecek kadar havaya kalkan şapşal garsonun aceleyle masasından ayrılışını izledi. Aklında hala aynı şey vardı: Tahmininde haklı mıydı? | |
| | | Simon Lionheart Cadı
Mesaj Sayısı : 259 Kayıt tarihi : 25/09/12 Yaş : 34
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria C.tesi Kas. 15 2014, 19:39 | |
| Bakışlarını üzerinde hissettiği kız aklını kurcalamaya başlamıştı. Ama yine de midesi öncelikli sıraya oturmuştu. Ne yapabilirdi ki... Açtı. Eğer yemeği beğenmezse gidip aşçıyı öldürecek kadar da çılgındı. Gerçi böyle bir şeyi nasıl açıklardı, bilmiyordu. Yani Caitlyn'in kulağına giderse... Kesin cadı tarafınsan cezalandırılırdı. Aslıda bu pek umurunda değildi, yani sonuçta bu bir ilk olmayacaktı. Gözlerinde şeytani bir parıltı belirirken son cezasını hatırladı. Sırf sorgulaması gereken bir kişinin canını aldığı için cadı ona bir sürü laf etmişti. Neden sorgu ile vakit kaybettiklerini de anlamıyordu. Bir iksir her şeyi çözebilirdi. İşin aslı çözmüştü de... Sadece adamı öldürmek gerekmiyordu ama kendini tutamamıştı. Hakaretleri kaldırabilecek bir yapıya sahip değildi. Belki de kibirli yanından kaynaklanıyordu, bu durum. Ama kibir olmasa şu an olduğu kişi olmayacağı da bir gerçekti. Herkesten iyi olmaya çalışan yanı işinde iyi olmasını sağlamıştı.
Düşüncelerinin bolluğunda garson siparişleri ile gelmişti. Hızlı bir şekilde böreği yemeğe koyuldu. Ağzında bıraktığı tadı sevmişti. İşin aslı farklı gelmişti ve güzeldi. Bu da aşçının kellesini kurtarmıştı. Böreği capuccino eşliğinde yerken bir numara olan midesinin bayram etmesine izin verdi. Böreği biterken turuncu kızıla göz attı. Hala bakışları aynıydı. Artık midesi iyi durumda olduğuna göre bu kızın derdini öğrenebilirdi. En olmadı hoşuna giderse kızı bir yerlere atardı. Şöyle bir süzünce çekici olduğunu düşündü. Bu düşüncenin sinsiliği bakışlarına yansırken derin bir nefes alarak ayaklandı. O sırada garson yanına gelmişti. Ona bir capuccino daha getirmesini söyleyip kızın masasını işaret etti. İçeceği oraya getireceğini anlayan garson yanından ayrılırken bir kaç adımda kızın masasına gelmişti.
"Deminden beri bana bakıyorsun, turuncu kız... Birine mi benzettin?"
Cümlesinin cevabını beklemeden belki de çok ukalaca bir davranış olsa da sandalyeyi çekip oturarak kızın masasına yerleşti. Üzerindeki bu ilginin kaynağını öğrenmeden de gitmeyecekti.
| |
| | | Phebelerta Noé Drungeon Cadı l Müzik ve Psikoloji Profesörü
Mesaj Sayısı : 135 Kayıt tarihi : 02/11/14 Lakap : Phebe, Turunç, Kızılak
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria Paz Kas. 16 2014, 04:31 | |
| Afakanların basıp talan ettiği zihnindeki düşüncelere set çekme umuduyla yeniden kağıt yığınına döndü. Fakat beyaz parşomenlerin üzerindeki yüzlerce küçük harf, acele yetişmeleri gereken bir yer varmış gibi kaçıp gitmiş ve yerinde kardeşinin bir silüetini bırakmıştı. Bu hayal karşısında çektiği acı kalbinden tırmanıp boğazına çöktü. Bakışlarını parke zemine çevirmesi de pek bir farklılık yaratmadı, gözlerinde yansıması kalmış aynı portre canlanıyordu baktığı her yerde. Belki de şu akademi olayı, üzerine binen ani fakat tatlı sorumluluk, anne babasıyla iletişime geçmek tehlikeli olacağı için yalnızca uzaktan uzağa onlara hasret duymak ve bunu dile getirememek yormuştu onu. Bu nedenle neye saracağını şaşırmış, kardeşini kaçıran adamın müthiş bir tesadüf eseri onun bulunduğu kafeye geldiğini hayal etmişti. Evet, evet. Yalnızca yersiz bir kuruntuydu aklından geçen şey. Bunu onaylamak istercesine adama bir bakış daha fırlattı. Yemeği gelmiş ve o da önündekileri mideye indirmeye girişmişti. Açlığını yok etmek üzere insani bir uğraş verirken, ansızın Phebe'ye çevrilen bakışları ikisini göz göze getirdi. Genç kız orada görmek istediği en son şeyleri; haşin, kötücül, ukala ifadeleri gördü. Belki de ona öyle gelmişti de adamın tabiatında sempatiklik, tatlılık, canayakınlık vardı? Genç adam yemeğini bitirip de ayağa kalktığında, onu ilk gördüğü andan itibaren seri üretime geçen tüm korkutucu düşüncelerin kendi zihninin uydurması olması için dua ediyordu. Aksi takdirde, onun kardeşinin kaçırılmasıyla bir ilgisi olduğunu öğrenmesi halinde ikisinden biri buradan canlı çıkamayacaktı.
Saçlarının turuncusuna turuncu ekleyen, çillerini göze batar hale getiren bir hayrete düşüverdi; çünkü ayaklanan adam doğrudan onun masasına seyirtmişti. Karşısında en fazla beş saniye durup -ki bu sırada kibarlıktan gayet uzak bir biçimde konuşmaya başlamıştı- masaya oturuverdi. Phebe'nin dolgun dudakları, normalde içeriden çıkmak için sıraya giren tonla lafın bereketi kaçmışçasına aralık kalmıştı. Bu cüretin nasıl bir türü idi? Onun bu yaptığı, kibarlık yoksunluğu adı altında incelenmesi gereken konu başlıkları listesinde hiç düşünmeden birinciliği kapardı. Turuncu kız, doğru mu duymuştu? Turuncu kız ha? Sensin o turuncu kız! diye geçirdi içinden. Çillerinin normal rengine döndüğünü hissetti. Hemen sonrasında ise adama bir kez daha baktı ve ona karşı içinde uyanan devasa nefret dalgaları arasında kendini kaybederken yüzünde yeniden turuncu noktaların belirdiğinden şüphesi kalmadı.
"Senin yerinde olsam, bir akademi profesörünü, alelade bir ilkokulluymuş gibi çağırmazdım. Bu pek de beyefendilik klasmanına girmiyordur yani, değil mi?" dedi alayla, gözlerinin mavisine düşmüş bir tutam kırmızılık, içinde yanan ateşten ileri geliyordu. "Deminden beri sana bakmıyorum üstelik... Kişisel olarak algılaman çok üzücü. Ben yalnızca...buranın müşteri kalitesinde yaşanan hazin düşüşe bakıyordum."
Umursamaz bir ton yakalamayı umduğu halde, sesinde gizli bir antipati olduğu seziliyordu. İçgüdülerine kapılmayı engelleyebilmeliydi. Öfkesinin sık koruluğunda her yerinin çizileceğini bile bile ilerleyerek bu adama iyilikle yaklaşması gerekirdi. Aksi takdirde istediği bilgilere nasıl ulaşabilirdi ki? | |
| | | Simon Lionheart Cadı
Mesaj Sayısı : 259 Kayıt tarihi : 25/09/12 Yaş : 34
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria Salı Kas. 18 2014, 01:01 | |
| Kafedeki havanın nedense birden çekildiğini hissetmişti. Nedeni bilmediği bir şeydi bu ve doğrusunu söylemek gerekirse hiç hoşuna gitmemişti. Genelde böyle hislerin sonu hiç bir zaman hayırlı olmuyordu. Başı belaya giriyor ve efor harcaması gereken sonu kanla biten bir mücadele doğuyordu. Şimdiye kadar bu durumların her birini en iyi bildiği yolla çözmüş ve karşısına çıkan herkesi yok etmişti. Bundan sonrasının da farklı olmayacağını düşünerek sürekli bakışlarını üzerinde hissettiği turuncu kafaya yaklaştı. Canı sıkılmış biri olarak kız onu eğlendirebilir miydi? Bunu zaman gösterecekti. Gayet pişkin bir tavırla kızın masasına yerleştikten sonra ısmarladığı capuccino da gelmişti. Tüm olup bitenleri şimdilik sessizce izleyen kıza baktı. Bakışlarındaki bariz öfkeyi algılıyordu ama konu nedene gelince neden diye bir şey ortada yoktu. O an aklına eski kırıklarından biri olabilme ihtimali geldi. Sırf eğlenmek için yatağına o kadar fazla kız alıyordu ki, bunların ne sayısını biliyordu nede zamanını hatırlıyordu. Çoğu zaman kızların yüzleri bile belli belirsiz bir kararmadan ibaret oluyor, kızı sonradan görse bile hatırlamıyordu. Bu yüzden de kızı hatırlamaya çalışmanın aptalca olacağına karar verdi. Onu yatağa atmış olsa bile olmuş bitmiş ve muhtemelen zevk bile almadığı barizdi. Yani birazcık zevk alsa onun gibi turuncu saçlı bir kızı unutmazdı. Kızın konuşmaya başlaması ile burnu büyük konuşması onu güldürdü. Akademi profesörüydü öyle mi? Buna o anda katıla katıla gülmek istedi.
"Akademi profesörü mü? Buradan bakınca akademide profesör olmaktan çok öğrenci olacak biri gibi görünüyorsun..."
Alaycı konuşmasının ardından capuccinoyu içmeye başladı. Kafasındaki düşünceler ve kızın konuşmaya başlamasını beklerken birazcık soğumuş olsa da tadı güzeldi. Yani en azından damağında bıraktığı tat Simon için yeterliydi. Sonradan duyduğu kelimeler ile tek kaşını havaya kaldırdı. Yanılıyor olamazdı. Kızı fark ettiğinden beri bir kaç seferden fazlasıyla bakışları üzerinde hissetmişti. Üstelik kafe de azımsanamayacak bir insan topluluğu varken kız ona bakıyordu. İmalı konuşması yüzünde sinsi parıltıları oluştururken fincanı masaya bıraktı.
"Beni dinle turuncu... Sana sarkan benmişim gibi davranmayı bırak... Bana dik dik bakan sendin o yüzden bende nedenini öğrenmeye geldim... Eğer konuşmak istemiyorsan seni zor yoldan da öttürebilir işimi halledebilirim. Bu konunun tek sıkıcı yanıysa eğer ağlayarak Caitlyn'e gidersen o cadı ile uğraşmak zorunda kalmam olur."
| |
| | | Phebelerta Noé Drungeon Cadı l Müzik ve Psikoloji Profesörü
Mesaj Sayısı : 135 Kayıt tarihi : 02/11/14 Lakap : Phebe, Turunç, Kızılak
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria Salı Kas. 18 2014, 15:46 | |
| Üzerinde dumanı tüten kahve fincanları Phebe için her zaman rahatlık, dinginlik ve insanın içine şömine ateşi kadar ılık bir şekilde işleyen sıcaklığın simgesi olmuştu. Ancak karşısındaki bu, iyi yontulamadığı her halinden belli olan odun portresinin içmekte olduğu cappuchinodan tatlı bir dumandan ziyade, iblis nefesini hatırlatan karanlık bir sis yayılıyordu adeta. Bakışlarına zerk etmiş metalden ve hatta demirden yapılma nefret bulutundaki yağmur ha indirdi ha indirecekti, az kalmıştı. Çünkü hamuruna ukalalığın fazladan eklendiği adamın yalnızca kendi güvenen hali tavrı değil, kahvesine uzanan elinin tek bir parmağı bile Phebe'yi germekteydi. Akademideki makamı ile alay edercesine konuşması ise, sinirden gerim gerim gerilen bünyesindeki, minik saç tellerine varana kadar her bir noktanın daha da kasılmasına yol açtı.
Yüzüne gruplar halinde yığılmış somut asabiyet parçalarını dağıtmaya çalıştı. Önce yanaklarındaki çillerin normal rengine gelmesine, çatık kaşları arasında ferahlık yaratacak geniş bir alan açmaya, sinirle birbiri içinde eriyip gidecek olan dudaklarındaki baskıyı azaltmaya zorladı kendini. Sonrasında ise, öfkesinin dışarı vurumu olarak kendi kendine salınan ve hareket eden saç tellerinin sakinlemesini sağladı. Nihayet konuştuğunda, dudakları müstehzi bir gülüşle kıvrılmıştı. Sesinde ise koca bir kamyonet ile uzaklardan getirilip oraya yerleştirilmiş torbalar dolusu kinaye ve alay pıhtısı vardı,
"Ne kadar genç ve güzel olduğumu biliyorum, iltifatın beni onore etti. Daha ilk görüşte insanın içine işleyen kibar kişiliğin sükuneti sevmiyor anlaşılan. Hep bir nezaket, hep bir sevimlilik, değil mi ya?"
Mavi denizlerden birer parça olan gözlerini kıstı ve iğneleyen gülüşü genişledi.
"Ayrıca şu iki kelimeyi kullanmayı pek severim ki şimdi tam da bana onları kullanma fırsatı sunmuş oldun: 'Ne münasebet!' Hobilerim arasında, çalışmaya geldiğim bir kafede erkeklere sarkıntılık etmek yoktur. Dur bir saniye... Aslında böyle bir şey yapmak, nasıl derler, genel olarak benim kitabımda yoktur." dedi sakin bir sesle. "Müşteri kalitesini düşürmüş olduğun gerçeğini yüzüne vurmak benim kabalığımdı. Afedersin...derdim, ancak senin kibrin kabalık ettiğimden dolayı üzülmeme el vermediği için, demiyorum. Ayrıca seni birine benzettiğim için bakıyordum ancak senin kadar muhterem, senin kadar iyi yürekli birini tanıdığımdan emin değilim. Anlaşılan bir yanlışlık olmuş. Ayrıca Cait-"
derken duraksadı. Gözleri bir kez daha iri iri açılmıştı. Dudaklarından ancak yarısı çıkabilmiş isim; dağın zirvesinden yuvarlanıp durmakta olduğu dağ eteklerine doğru şiddetle düşüveren bir kaya parçası gibi mıhlamıştı onu olduğu yere. Caithlyn mi? Caithlyn mi demişti adam az önce? Yani saygıdeğer cadının, Morgana'nın müritlerinden birini yakın çevresinde bulundurduğundan haberi yoktu! Aman Tanrım! diye cikledi içindeki bir ses. Demek ki adam kardeşini karartmakla kalmamış, daha fazlasının peşine düşmüştü.
Kafasında dört bir yana doğru koşuşturan komplo teorilerinden paçayı kurtarıp derin bir nefes aldığında bir kez daha tarttı içinde bulunduğu durumu; belki de olaya fazla duygusal yaklaşıyordu ve adam gerçekten de iyilik için çalışan ve bu nedenle de takım arkadaşı sayılabilecek birisiydi? Gerçeği öğrenmek için, mantığından şaşıp yersiz tezler üretmek ve ani kararlar vermekten uzak durmalı; adamı kendinden uzaklaştırmadan ona yakınlaşıp gerçek kimliğini keşfetmeliydi. Bunun üzerine bakışlarını adamın kahve kupasına çevirip aldırmayan bir tavırla,
"Kahven benden olsun, pek muhterem zat." dedi. | |
| | | Simon Lionheart Cadı
Mesaj Sayısı : 259 Kayıt tarihi : 25/09/12 Yaş : 34
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria Çarş. Kas. 19 2014, 00:34 | |
| Cadının akademide profesör olacağı aklına gelen son şey olurdu her halde. Profesör olmak için fazla narin ve genç görünüyordu. Olsa olsa öğrenci olabilir diye düşünürken bunu dile getirdi. Sözlerini iltifat içinde söylememişti üstelik, sadece ufak bir gözlemdi. Cadı konuşmaya başladığında ise ilk gözlemlerin her zaman doğru çıkmadığı kanıtlanmıştı. Cadı, onore demişti. Yanlış duymamıştı değil mi? Kendini beğenmişliği ise hat safhadaydı. Her halde gözlemlerini dile getirdiği kelimeler kıza iltifat olarak gelmişti. Buna gülümserken cadının konuşmaya devam etmesi ile sessizliğini korudu. Her kelimeyi tane tane telaffuz edişini dinlerken ruhuna daral gelmeye başlamıştı. Oradan kaçmak uzaklaşmak için güçlü bir dürtüye karşı koydu. Bunun ise tek nedeni meraktı. Onu zorla da olsa konuşturacağını söylemişti, lafını etmişken sözünden dönemezdi. Bir söz söylediyse yerine getirilmeliydi. Kızın dudaklarından dökülen yarım yamalak Caitlyn kelimesi ile şikayet edileceği konusunda emin olduktan sonra gözlerinde şeytani bir parıltı belirdi. Umurunda değildi, cadıdan yeniden azar yese bile turuncu kafa ile uğraşacaktı. Kızın sonunda çirkef ve sıkıcı konuşması bittiğin de kahve ikramına alay eder gibi gülümsedi.
"Sonunda sustuğuna göre kafa dinleyebilirim, sanırım... Kahve içinde teşekkür ederim, turuncu... Ayrıca sana öğrenci gibi duruyorsun dedim... Çok güzel ve gençsin demedim... Bu tamamen tartışma açık bir konu, kaldı ki yanına gelmemin nedeni bile güzel olman değil. Bana diktiğin bakışlarındı. Ama onca kelimeden sonra profesör olduğuna ikna oldum... Onore etmek nedir ya? Hangi çağdan kaldın acaba..."
Sonrasında derin bir nefes aldı. Bu cadı ile daha önce konuşsa kesinlikle hatırlardı. Onu tanımadığı konusunda ikna olduktan sonra sorusunu yöneltti.
"Ayrıca beni kime benzettin, turuncu. Kısa kelimelerle anlatman mümkün mü?"
| |
| | | Phebelerta Noé Drungeon Cadı l Müzik ve Psikoloji Profesörü
Mesaj Sayısı : 135 Kayıt tarihi : 02/11/14 Lakap : Phebe, Turunç, Kızılak
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria Perş. Kas. 20 2014, 15:31 | |
| Onca özenle ve iğnemele ile kurduğu cümlelerin karşısındakinin kafasına girmek yerine, havada bir vestiyer ile çarpışıp üzerine asılmış gibi görünmesine oldukça içerlemişti doğrusu. Sonuçta bu adam kardeşini kaçırdıysa, onun çok daha akıllı ve gözü kara olmasını beklerdi. Eğer kanacağı kişi buydu ise, belki de daima gurur duymuş olduğu kardeşinin zekasından şüphelenmeliydi. Dalga geçerek aklına getirdiği bu düşünceler bir anda hüzünlenmesine yol açtı. Keşke biricik kız kardeşi ancak bir sandalye kadar uzağında olsa, yanında kahvesini yudumlarken, Phebe'nin ona attığı laflara ve imalı cümlelere zekice karşılıklar vererek onu bozmaya çalışsa... Sonra da her kardeşin ablasına sarılacağından çok daha sıkı bir şekilde onun boynuna dolanıp, Phebe'nin tam zıttı olan saman sarısı parlak saçlarını dalgalandırarak katıla katıla gülse... Ah, böyle güzel bir anın sıcaklığına varmak için nelerini vermezdi ki? Kalbi, en yakınına duyduğu müthiş özlemle eğilip bükülmüş, okula yeni başlayan yeniyetmelerin yazılarının kargacık burgacık duruşu kadar tanınmaz hale gelmişti.
"Güzel konuşma sanatından yoksun olman beni şaşırtmadı. Madem senin için alt düzeylere inmek gerekiyor... Hmm..." derken ellerini havaya kaldırdı ve doğduğundan beri mağarada yaşayan bir adama anlatması gereken şeyleri ifade etmeye çalışır gibi havada şekiller çizmeye başladı. "Sanırım sen -" önce hızla elini blenderı taklit edercesine çevirdi ve sonra onu işaret etti, "- kinaye - " her hecede dudak hareketlerini vurgulu yapıyordu, "nedir bilmiyorsun." diye bitirdi ve ellerini 'yok' dersine sallayıp, başını iki yana oynattı, yüzündeki hain bir ifade ve yapmacık bir hüzün vardı.
Hemen eski haline dönerek konuşmasına devam etti. Seri konuşması gayet ciddi geliyordu şimdi kulağa, "Burada konuşmayı bilmeyen de, söylenenleri yanlış anlayan da ne yazık ki ben değilim. Ayrıca saçıma hitaben değil de bana hitap ederek konuşursan sevinirim, ismim Phebelerta. Seni nerden tanıdığıma gelince..." Bir saniyeliğine durup, aklına gelenlerden en mantıklısını seçmeye çalıştı. "Sanıyorum ki bir ara Caitlyn'in yanında görmüş olacağım seni."
Kahvesinden yudumladı ve öfkenin çöreklendiği boğazındaki acıtan kuruluğun, tatlı meltemlerle okşanan pürüzsüz bir bebek teni yumuşaklığına dönüştüğünü hissetti.
"Ha bu arada, onore Fransızca'dan gelmiştir. Oralarda da çok sık kullanılmaktadır, bil diye söylüyorum." diyerek göz kırptı ve hiçbir lafın altında kalmayacağı hakkında küçük bir ipucu verir gibi oldu. | |
| | | Simon Lionheart Cadı
Mesaj Sayısı : 259 Kayıt tarihi : 25/09/12 Yaş : 34
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria Cuma Kas. 21 2014, 21:53 | |
| Cadı konuşurken bir an için boğazına sarılmayı düşündü. Bugün elini kana bulamayacağı nadir bir gün olacakken cadıyı öldürme arzusu bir anda ortaya çıkmıştı. Bir kadın sadece konuşarak bir adamı ne kadar deli edebilirdi? Bunun canlı örneğini şu an yaşıyordu. Hayatında bir çok kadın olmuştu, her türde ve her renkte... Hiç birinde böyle bir düşünce pat diye ortaya çıkmamıştı. Ama bu turuncu kafa gerçekten de sabrını sınıyor gibi konuşuyordu. Adeta her kelimeyi ben Profesörüm siz geri zekalılar şeklinde vurguladığından akademi de öğrenci olmadığı için kendini şanslı saydı. Sihirbaz ve küçük cadılara ise sabır diliyordu ki sabır denen erdemle uzaktan yakından alakası olmayan biriydi. Cadının yeni konuşmalarında güzel konuşma sanatı sözü ile güldü. Güzel konuşma sanatı mı? 'Lanet olsun kadın sadece sohbet etmeye çalışıyorum, aslında bunu da yapmıyorum sadece iletişim kurmaya çalışıyorum.O da lanet bir merak yüzünden... Birleşmiş milletler genel sekteri ile konuşmuyorsun...' İçinden geçenleri bir kenara bıraktığında kadının daha ne kadar abartabileceğini düşünürken konuşmanın en üst düzeyinden iletişimi işaret diline çevirmişti. Merakla yeni cümleleri bekledi. Şu an sabırlı davranıyor olabilirdi ama sadece işin sonunu merak ettiği için durum buydu. Ona işaret diline karşılık elleriyle, kendini bir şey sanan çenesine karşılıkta dudaklarıyla ceza verecekti. Sonunda adını öğrendiği kıza masa da biraz daha yaklaştı.
"Öncelikle Phebelerta adında çok uzunmuş Phebe diyelim... Güzel konuşma sanatı ile ilgili havanı bir kurul toplantısında başkalarını etkilemek için kullanabilirsin... Söylediğim kısacık soruya uzun uzun kurduğun her cümle sadece kafa ütülüyor... Neden erkeksiz burada tek başına oturduğun konusu da böylece çözülmüş oluyor..."
Capuccinoyu tamamen bitirdiğinde onun Fransızca kelimeyi açıklamaya çalışması ile ipler koptu. Merakı da giderildiğinden aslında gitmeliydi ama onca lafın altında kalacak en son kişiydi. Hafifçe ayaklanıp bir büyü mırıldandı. Cadı ile etraflarında oluşan siyah dumanlar dışarıdaki sıradan insanlara her şeyin yolunda olduğunu gösterecekti. İçeride ise Phebe isimli bu turuncu kafa ile uğraşacaktı, hem de acı çektiğini bilerek...
"Biliyor musun? Kısacık bir zaman dilimin de beğenimi kazanmış olabilirsin... Ama az önceki tüm o kinaye içeren kelimelerini kötü ödeyeceksin... Sana Simon'a davranış sanatını öğreteceğim..."
Cadıyı bileklerinden kavrayıp kendine büyü yapamaması için ufak bir koruma büyüsü yaptıktan sonra kızı masaya yatırdı. Nefesi neredeyse yüzünü yalarken cebinde bir hançer çıkardı. Hançeri kızın boynuna doğru derisi hafifçe çizecek şekilde gezdirmeye başladı. Bakalım ölümle burun buruna geldiğinde o düşük çenesi ne kadar iç yapacaktı.
| |
| | | Phebelerta Noé Drungeon Cadı l Müzik ve Psikoloji Profesörü
Mesaj Sayısı : 135 Kayıt tarihi : 02/11/14 Lakap : Phebe, Turunç, Kızılak
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria C.tesi Kas. 22 2014, 21:19 | |
| Her zamanki kişiliğinden fersah fersah uzaklaşmasına neden olan bir adamla karşı karşıya olmak ve hiçbir zaman alışık olmadığı bir nefret denizi içerisinde girdaba kapılmak ona pek iyi gelmemişti. En azından söylediği laflara güzel ve dişe dokunur cevaplar alabilse, imalı her bir kelimesi için ettiği enerji sarfiyatına değecekti aslında. Oysa daha derinlerdeki tek arzusu bu adamın gerçek kimliğini keşfetmek ve ardından kardeşine ulaşmak için onu ne derecede kullanabileceğine, kardeşinin kaçırılıp götürüldüğü yere kendi ayaklarıyla onu götürmesi için ne tür bir kumpas düzenleyebileceğine karar vermek idi. Yine adamın üzerinden bir konuşma balonu çıktı fakat bu da en azından bir önceki kadar boş ve anlamsızdı. Ancak konuşması bittikten ağzını sessizce kımıldatmasıyla beraber, yüreğine gölgeler düşüren bir baskı peyda oluverdi beyninde, ters giden bir şeyler olduğunu sezmişti. Hemen ardından sırasıyla bir pat, çat ve küt sesleri geldi. Son sesin yalnızca kendi kafasının içinde duyulduğuna dair içinde garip bir önsezi vardı nedense. Çünkü ani bir darbeyle masaya serildiğinde ve masanın ayakları zeminde tok bir ses çıkardığında, başını fena çarpmış, gözlerini açtığında hala görebiliyor olmasına şaşırmıştı. Ancak görmekten öte, tehlikenin varlığını duyumsadı. Boğazındaki soğuk ve keskin kıpırtıyı daha gelmeden fark eder gibi oldu. Nereden ve nasıl bir hızla çıktığı belli olmayan bıçak boynuna dayandığında aynı anda birkaç şey birden oldu. İçindeki yakıcı öfke adeta genzinden çıkıp tüm bedenini kapladı, hırlamaya benzer bir ses çıkarmış ve tüm bedeni büyü ile nefretin dengesiz karışımına bulanarak titreşmeye başlamıştı. Saçları alazlanırcasına renklenmiş ve havada uçuşmaya başlamıştı. Boynundan göğsüne doğru inen kolyesi, hızlı bir nabız gibi atmaya başlayarak tişörtünün önünden çıkmaya çalışır hale gelmişti.
Kardeşine, onu koruması için verdiği bu aile yadigarı olan tılsım sahibini ne zaman koruması gerektiğini iyi bilir ve çok üstün ya da bilinmeyen bir uğursuzluk büyüsüne rastlamamışsa savunmasını mükemmel bir şekilde yapardı. Nitekim boğazına dayanan bıçak canını fena halde yaktığında, kolye sonunda doğru yolu buldu ve tişörtün yakasından yukarı fırlayarak açığa çıktı. Altın rengi bir ışık aldı gözünü, belki de tüm odayı doldurabilecek kadar aydınlık bir şekilde parlıyordu tılsım. Boynundaki zincir uzadı ve kolye havalandı. Ne kadar sıcak olduğunu da uzaklığına rağmen hissedebiliyordu. Üzerine çökmüş olan adamın hançeri tutan eline doğru meyletti. Kaynar suların kaç katı sıcaklığında olduğunu bilmiyordu fakat yapıştığı yeri fena halde yaralayacağı belliydi. Kolyenin ışığı iyiden iyiye arttı ve göz gözü görmez hale getirdi. Fakat ikisinden başka bu sahneye şahit olan kimse var mıydı, etraftan hala masada oturuyor gibi mi görünüyorlardı? Onları çepeçevre saran bu dumanlar herhangi bir tanık gözünden uzak olduklarını gösterir nitelikteydi. | |
| | | Simon Lionheart Cadı
Mesaj Sayısı : 259 Kayıt tarihi : 25/09/12 Yaş : 34
| Konu: Geri: Vathý Ble Kafetéria Paz Kas. 30 2014, 23:02 | |
| Kızın düşük çenesi ve bilmişliği sınıra gelmesine neden olmuştu. Tamam kızı birazcık tüm bunların başında beğenmiş olabilirdi. Hatta merakından evvel onu buraya getiren şey kızın güzelliğiydi. Şimdi ise tüm o güzellik onun sözleri ve davranışları yüzünden değersiz bir şeye dönüşmüştü. Kendisini aşağılayan tavırlarını ise ona ödetmeye kararlı olduğundan ne Caitlyn ne de başka biri umurunda oldu. Hatta etraflarındaki insanlar bile umurunda değildi. Hem zaten büyü denen şey de onları gizlemek için yeterliydi. Yaptığı büyü dışarıdan sohbet eden sıradan bir ikili gibi görünmelerini sağlasa da içeri de zebani ile baş başa kalan bir cadı vardı. Masaya yatırdığı kızı en sevdiği soğuk metalle tanıştırırken derisinde bıraktığı kırmızı çizikle şeytanca gülümsedi. Ama bu yeterli değildi. Çok daha fazlasını kızın bedeninde istiyordu. Hatta belki de kendi adını bu şekilde bedenine kazımak... Belki o zaman öğrendiğinden emin olabilirdi. Simon asla alay edilecek biri değildi. Çiziğin boyunu uzatırken kızın tek bir kelime etmemesi dikkatini çekmişti.
"Ne oldu turuncu fare, dilini mi yuttun? Nerede kaldı bilmişliğin..."
Sözlerinin ardından parlamaya başlayan madalyona bakıp anlam çıkarmaya denediği bir anda eline değen madalyonun sıcaklığı elini yakarken hançerini düşündü. Sıcaklığın dayanılmazın ötesindeydi ama diğer yandan Simon'ın bedeni acı ile kardeşti. Canı yanıyordu ama bir başka aynı acı da aklını kaybederdi. Simon ise sadece sessiz çığlık ve öfkesi ile karşılık verdi. Kendini büyülerden korumaya alsa da fiziksel olarak bir koruma yapmamıştı. Ama bu madalyon fiziksel hasarının önüne geçmesi için bir büyü mırıldanmasına neden olurken sol eliyle yerden hançerini aldı. Hala masada uzanmakta olan kızı bir büyü ile yerden çıkan sarmaşıklarla bağladı. En çok neresinden canını yakacağını düşündüğünde kararını verdi. Elbette göğüsleri bir kadının en zayıf olduğu noktalardan biriydi. Acıya duyarlıydı ve bu da onun için yeterliydi. Kıza doğru yaklaşıp yakasını yırtarak sutyenini ortaya çıkardı.
"Demek metal bebeğimi beğenmedin güzelim... Bende seni onun diğer arkadaşları ile tanıştırırım..."
Sol eline muşta geçirip kızın göğüsün oluğuna yerleştirdi. Muştanın üzerine işlenmiş harfler... Sıcaklık ile kızın derisine geçmişti. Yanma sırasında onun çığlığı umurunda olmamıştı. Elini çekerken şaheserine baktı. Dalanan yerde dört harfte kendini belli oluyordu. "DEAD"
| |
| | | | Vathý Ble Kafetéria | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |