Impala'nın kapısını kapatarak kokuyu içine çekti. Ucuz biranın kokusu burnuna gelen ilk koku olmuştu. Bir öğrenci partisine yaraşır bir özellikti. Her adımında kafasını döndürüp ona bakan kişiler artıyordu, fakat bunu pek de umursamıyordu. İlgiye ve onu görmezden gelmeye alışıktı. Ona ilk ilgi ve saygı gösterenlerin cennetteki hemen hemen tüm melek olduğunu düşündükten sonra birkaç lise öğrencisi önemsiz kalıyordu.
Deniz kenarına biraz daha yaklaştığında kalabalık da artmıştı. Kendisine bir içki yaparak her zaman yaptığını yaptı, yalnız bir şekilde oturarak kalabalıktan kendini soyutladı. Birasından bir yudum alırken istemsiz bir şekilde gökyüzüne bakarak sırıttı ve "Görüyor musun baba? Sanırım ben de sana biraz benziyorum, senin gibi kendi köşeme çekildim ve olanları izliyorum." dedi. Şişenin dibini getirdiği sırada az sonra neler olacağını biliyordu. Ona doğru gelen kız arkadaşını görmüştü, evet kız arkadaşı. İster istemez dudağına yumulan kıza karşılık vermeye çalıştı. Fakat kızın yaptığı tek şey ağzıyla Felix'in dilini vakumlamaktı. Durumdan hoşnutmuş gibi rol yaparken gözü çok da uzağında olmayan ve etrafı erkeklerle çevrilmiş kıza takıldı. Bütün bu eziyete uğruna katlandığı kişi.
Göğün hüzünlerini akıttığı gecenin ardından, siyahi bir parıltıya teslim olmuş göğün tüm ihtişamıyla karşısında duran mükemmelliğini izledi hayranlıkla. Gümüşi bir diske yayılmış onlarca parıltı siyahi bir kumaşta asılmış birer dilek gibi, göğü yeryüzüne indiren birer efsundu. Sessizleşti, gece kadar belirsiz, küçük bir meltem kadar naif. Etrafında dönen bir yaşam vardı ancak istemli ya da istemsiz, buna müdahale edemiyordu. İnsanların yarattığı biri gibiydi bazen, etrafından eksik olmayan arkadaşlarının yarattığı bir Isabella. Düşünceleri kendini bile rahatsız ederken olağan şeyleri umursamamak yapabileceği en iyi şeydi belki de.
Dudaklarına doğru kaldırdı elindeki kadehi, soluk kapılarından içeriye sızan bir zehir gibi acılarından daha tatlıydı bu sıvı. Bazı şeyleri daha iyi yatıştırabiliyordu, kalıcı olmasa da geçici bir rahatlıktı. Kayıplarıyla beraber ruhundan giden onlarca hissi ve mutluluğu ne geri getirebilirdi ki? Hüzünlü bir gülümseme güzel çehresinde vuku bulurken boynunda taşıdığı kolyesine dokundu. Bazen tek hatıra zihninizde gizlenen belli belirsiz bir yüzdü. ''Isabella.'' Düşüncelerinden sıyrılmasını sağlayan tanıdık sese doğru odaklanırken bakışları ona doğru çevrilmiş, parmakları beklentiyle havaya asılmıştı erkeğin. Gülümsemeye çalıştı yalnız olmak isterken, bu kadar insan onu strese sokuyor gibi hissediyordu. ''Ah, ben...'' Dudaklarından dökülen sözler sessizce gecede sarınırken bakışlarını geri çekmeye çalıştı müstehcen bir şekilde. Nereye baktığını fark etmemiş gibiydi uzakta duran tanıdık simaya bakarken. Garip bir histi onu görmek, garip hissettiriyordu. Parmaklarından tutan büyük eller onu oturduğu yerden kaldırırken kısa beyaz elbisesi gecede tezatlıkla dalgalandı usulca. Uzun parmaklar açıkta kalan belinde yerleşti ve erkeğin güzel gülümsemesine karşılık verdi.
Gözleri kadının derin maviliklerinde boğulurken o an elinden kayıp gitmiş gibiydi. Dudaklarını serbest bırakan kadın geri çekilerek şaşkın bir tavırla "Felix, iyi misin tatlım?" dedi. Kaşlarını çatarak metrelerce uzağında ayağa kalkan kadına bakarken "Evet, evet sadece aklıma yapmam gereken bir şey geldi." dedi. Gözlerini tekrar önündeki geçici sevgilisine çevirdi. Gözlerindeki hayal kırıklığını görebiliyordu, açıkçası pek de önemli değildi. İnsanların hayallerini gerçekleştirmeyi, onlara yardım etmeyi uzun süre önce bırakmıştı Felix. Artık sadece nefes almalarını sağlıyordu o kadar, peki ya öyleyse neden bu tehlikeli varlığı ortadan kaldırmıyordu? Cevabını bilmediği soruları da sormaktan vazgeçmişti yıllar önce, bir çoğu babası ile ilgiliydi. "Gitmeliyim. Yarın okulda görüşürüz değil mi? Harika." dedi cevabı beklemeden ve yürümeye başladı. Kadın henüz arkasına dönemeden kalabalığın arasına girmişti, ama artık orada da değildi. Sahile yakın bir kulübenin tepesine çıkmış ceketinin içine sakladığı melek bıçağını çekmişti. Bu işi bu gece bitirmeliydi, daha fazla kendisine sorular sorarak kendi kararlarından şüphelenemezdi.
"Jason bu gece yapacağını söyledi. Görmüyor musun? Isabella'yı kendisine aşık etmiş gibi!" dedi çocuk heyecanlı bir sesle. Felix o ana kadar orada yalnız olmadığını fark etmemişti bile, fazla odaklanmış olmalıydı. Kulübenin eteğinde ateş yakmış olan birkaç genç oturuyor ve Isabella ile yanındaki çocuğu izliyordu. "Siz hepiniz o kızın fazla zor olduğunu söylediniz, bu yüzden de Jason'a para yatıran tek kişi benim. Gecenin sonunda paraları söküleceksiniz kaybedenler!" dedi yine aynı çocuk aynı heyecanlı ses tonuyla. O sırada Jason adlı çocuk Isabella'yı koruluklara doğru çekiyordu. Kulübenin üzerinden uçarak ayrılırken aşağıdaki geveze çocuğun paçasına yaktıkları ateşten bir köz sıçramasını sağladı. Bu ona hayatı boyunca yetecek bir korku yaşatacaktı.
Bir ağacın dalına ses çıkarmadan konan Felix kanatlarını tekrar sırtına çekerek normal bir insana daha çok benzedi. Uzun bir yürüyüşün ardından korulukların derinliklerine geldiklerinde durmuşlardı. Neden bunu yaptığını bilmiyordu, sadece aşağı inip kızı öldürmesi ve çocuğun hafızasını silmesi gerekiyordu. Sonrasında Impala'sıyla yola çıkabilirdi, avlanabilirdi, bu lanet lise dramalarında başrolü oynamaktan kurtulabilirdi. Ama yaptığı şey bunların tam aksineydi. Odaklanarak Jason'ın aklına girmişti, alevden yaratılmış bir adamın onu kovaladığı halüsinasyonunu görerek tüm koruluk boyunca koşmaya başlamıştı. Şaşkın bir şekilde olayları izleyen Isabella ise arkasında duyduğu sesle arkasına dönmüştü. Ağaçtan aşağı inmiş Felix ve elindeki gümüş melek bıçağı tam karşısında duruyordu. "Buraya seni öldürmeye gelmiştim." dedi Felix sanki kötü bir şakaya gülüyormuşcasına. Gözlerine bakan maviliklere baktıkça elinde bir bıçak tutması bile anlamsız geliyordu. Kadının ruhu yanan bir ateşti onun için, ihtiyacı olan yegane şey.
Müziğin ritminin ruhunda uyandırdığı tınıılar canını yakmıştı gözlerini uzaklardaki erkeğin üzerinden çektiğinde. Ne yapmaya çalışıyordu sadece anlamlandıramıyor, hayatına girdiği andan beri her şeyin değişmesine sebebiyet veriyordu. Isabella'yı bu hale getiren şey neyse yıllar önce kırılan kalbini de bu hale getiren his aynıydı. Başını usulca kaldırdı ve kollarında olduğu erkeğin gözlerine doğru çevirdi. Gerçek olmadığını billiyordu, sadece bedeni ya da güzelliği için arzuluyordu kendisini ama büyük bir kalp taşıyordu içinde, sevgiyi de nefreti de iyi bilen... Erkeğin onu çekmesine izin verirken buna müsamaha göstermemeliydi. Adımlarını öne doğru atarken kolunu tutan parmaklarından ayırdığında tenini yüzündeki ifadesizlikle adımlarını sürdürdü. ''Açık olman gözümde olmayan değerini yükseltir Jason.'' Alaycı gülümsemesi yüzünü sararken onunla zıtlaşabilecek bir yerde değildi. Geceyi gölgeleyen dallar tanrılarına bir lütufta bulunuyormuş gibi dallarını göğe doğru çevirirken üstlerini örten yansımaları izledi sessizce. Korkmuyordu gecenin karanlığından ya da ardındakilerden. Ardında duyduğu kırılma sesi irkilmesine neden olurken erkeğin yanından koşarak uzaklaştığını izlediğinde yüzünü saran şaşkınlık tedirgin olmasını sağlamıştı. Etrafına baktı, gece kadar karanlık olan çevresine. Gözleri göğün üzerindeki yıldızlar kadar uçsuz bucaksız olan irislere çevrilirken adımlarını usulca geriye çekti. Nasıl bulmuştu Isabella'yı? Aklındaki sorulara bir yenisi daha eklenirken elinde parıldayan keskin bıçağa baktı ve güzel yüzüne. "Buraya seni öldürmeye gelmiştim." Sözleri zihninin içinde dönüyormuş gibi başındaki ağrıya neden olan ses tonu sanki onu etkisi altına almıştı. Parmaklarını beline doğru sallanan dalgaları arasına yerleştirirken sadece gözlerine bakıyordu bir gerçeğin ardında yürüyormuş gibi korkuyordu ama sadece izliyordu. ''Neden yapmadın bunca zamana kadar?'' Sözleri dudakları arasından çıkarken öne doğru bir adım attı. Ölümü biliyordu, gözleri önünden silinen annesinin son hatıralarının bilinmezliğe karışması kadar iyi biliyordu. Bakışları güzel yüzünü ezberlemeye çalışıyormuş gibi dolgun kirpiklerinin ardındaki gözlerine baktı, o kadar güzeldi ki. Ne olduğunu bulmaya çalışıyordu, Isabella'nın hayatında varolma sebebini. Bir adım daha attı adımları altında ezdiği yaprakların üzerine. Kırgın hissediyordu ona bakarken, içindeki ağrı sol tarafına zarar verirken daha da. ''Canımın yandığını mı duymak istiyorsun?'' Başını usulca yana doğru eğerken bakışlarını irislerinden çekmemişti.
Aynı havayı solumak bile zor geliyordu, halbuki bir meleğin böyle bir derdi olmaması gerekirdi. Önceliklerini unutmuştu, git gide bir insana daha çok benziyordu. Buna neyin sebep olduğunu, daha doğrusu kimin sebep olduğunu bilmesine rağmen sürekli cevaptan kaçmıştı. Şuan gözlerinin içine bakan cevap Felix'i insanlaştırıyordu, güçsüz kılıyordu. Parmakları arasında çevirdiği gümüş bıçağı kadının kalbine en başında arkadan saplamalıydı, bir hain gibi. Fakat bunu bile becerememişti. ''Neden yapmadın bunca zamana kadar?'' dedi öne doğru adım atan genç kadın. Cevaplanması gereken güzel bir soru sormuştu, tek sorun Felix de bir cevaba sahip değildi. ''Canımın yandığını mı duymak istiyorsun?'' Gözlerini meleğin gözlerinden ayırmayan kadın Felix'i korkutuyordu. En çok korktuğu şeyi yaşıyordu, görülmek. Ruhunun derinlerinde yatan yaraların açığa çıkması, bir başkası tarafından hissedilmesi. Bakışları karşısında kendini çıplak gibi hisseden adam aldırmayan bir tavra bürünmeye çalışıyordu. "Hayır, canının yandığını ne görmek ne de duymak istiyorum. Seni öldürmek de istemiyorum, ama içgüdülerim öldürmemi söylüyor." Yavaş adımlarla kadına yaklaşırken gözlerinin içine bakmayı bırakamıyordu. Aralarında neredeyse hiç boşluk kalmadığında durdu. Elindeki bıçağı o kadar sert sıkıyordu ki biraz daha sıkarsa kendi elini yaralayacaktı. "Kaçman gerekiyor." dedi dişlerini sıkarak. Yaratılışında ona işlenmiş emirler ve aslında sahip olmaması gereken duyguların çatışmasını yaşıyordu gözlerini kadının maviliğinden ayıramayarak.
Üzüleceğini düşündüğü bir şeye başlarken sonunu düşünmezdi hiçbir canlı, olur ve biterdi sadece, bazıları için. Isabella da güçlü olduğunu varsaydığı bir yeri alıyordu bu kısımda, güçsüz ve kayıplarıyla yeniden doğan bir Isabella. Solukları göğüs kafesine baskı uygularken bakışları tüm doğallığı ve normalliği de götürüyordu erkekten. Hislerinin kuvvetli olduğunu düşünürdü, bir insan için ön sezileri ve yaşanmışlıkları... Felix de ise hiçbir şey olmamış, sadece hisleri.."Hayır, canının yandığını ne görmek ne de duymak istiyorum. Seni öldürmek de istemiyorum, ama içgüdülerim öldürmemi söylüyor." Sözleri kulağına anlamsız geliyordu. Biri için çalışıyor ve ona ihanet edeceğini mi düşünüyordu yoksa bir seri katil miydi? Anlamlandıramıyordu, bildikleri arasında yaptığı şeyin ne bir anlamı ne de bir sebebi vardı. Isabella ona ya da birine bilmeden bir şey mı yapmıştı yoksa? Sessizleşti, aralarındaki sıcaklığı bölmeye çalışan rüzgar tenlerine naif dokunuşlarını sürdürürken. Ona bu kadar yakın olmak aklını karıştırıyor, kokusu bu kadar güzelken bir alkol gibi başını döndürüyordu. Bakışlarını bakışlarından çok uzağa, ondan etkilenmeyeceği bir yere çevirdiğinde kendisine sadece şaşırıyordu. Gitmeliydi ancak gidemiyordu, düşünceleri bunu reddediyordu. "Kaçman gerekiyor." Sözleri sert bir tınıyla çevrelerini kuşatırken doğa bile güçsüz kalıyor, rüzgar esintilerini daha da yavaşlatıyordu havaya müdahale edebilirmiş gibi. Elinde tuttuğu şeyi tarif edemiyordu zihninde, parlak ve olağan dışı. Ondan uzaklaşamıyordu bile, nasıl kaçabilirdi ki? ''Gitmeyeceğim. Hiçbir yere. Bu kadar.'' Sözleri dudakları arasından netlikle dökülürken gözleri çok daha farklı şeyler söylüyordu ona karşı. Yaptığı şeyin bir sebebi varsa bunu bilmek istiyordu Isabella, olmasa bile onun yanında kalmak istiyordu. Dudakları usulca kıvrıldı bir düşünce zihnini sarmış gibi. ''Yoksa kazandığım bir davanın sonucu olarak, kaybeden tarafın istediği şey mi bu? Beni öldürürsen davanın düşmesi falan?''
Sorulan sorular, atılan sessiz çığlıklar. Hepsi faydasızdı dünya üzerinde, dünyanın ötesinde bile. Babasına karşı çıkan küçük bir çocuk gibi hissediyordu kendini Felix. Yapmak istemiyordu, oyun bozanlık yapmak istiyordu. Fakat sanki tüm hareketlerini arkasından babası eleştirel bir tavırla izliyordu. Arkadaşlarıyla oynamak yerine eve gelmesi gereken bir çocuk, babasının istediği liseye gitmesi gereken bir ergendi. Meleklerin düşürülmesine sebep olan isyanı hiç etmemişti oysa ki, sadece sadakati ve yardımseverliği ona bu cezayı vermişti. Ceza mıydı gerçekten de? Zaman zaman aklından geçmiyor değildi. Cennet evi olabilirdi, ancak dünyada öğrendiği şeylerden bir tanesi de evin, nerede mutluysan orasıdır.
''Gitmeyeceğim. Hiçbir yere. Bu kadar.'' Kızın inadı delirmesine sebep olabilirdi. Asırlardır binlerce şey yaşamış melek, yirmili yaşlardaki bir kız yüzünden neredeyse delirecekti. Elinin titremesine engel olamıyordu adam, ancak bu şekilde içgüdülerini kontrol altına alabiliyordu. ''Yoksa kazandığım bir davanın sonucu olarak, kaybeden tarafın istediği şey mi bu? Beni öldürürsen davanın düşmesi falan?'' Kadının saflığı karşısında acı bir şekilde gülümsedi. Kendisini daha fazla tutamayacağını biliyordu. Nefes nefese bir şekilde "Güzel bir mizah anlayışın var." dedi gülmeye devam ederek. Kadının kalbine doğru dalışa geçen eli durmayacaktı. Bunu biliyordu, bu yüzden yapabileceği tek şeyi yaptı. Sol eliyle sağ elini yakalayarak bıçağı kendisine doğru çekti. Gümüş bıçağın adamın dizine saplanmasıyla acı çığlığının ağaçların arasından yankılanması bir oldu.
Gülümsemesi karaltıların ardından bile o kadar kusursuzdu ki gerçek olup olmadığının farkına varamıyordu. Bir bağımlı gibiydi titreyen elleri, ciddileşen bakışları isstediği şeyi alamıyor gibiydi. "Güzel bir mizah anlayışın var." Yaşadığı şeyler fazla geliyordu, kaldırabileceğinden daha çoktu sadece. Acı çekmesine dayanamıyor gibi ona yaklaştığında gözleri kararmış ve bedenine doğru kalkan parmakları kaçma isteğini tetiklemiş olsa da onu bu şekilde bırakamazdı. Ona borçluydu her ne olsada, Isabella'yı her tuttuğunda düşüyor hayatını hep kurtarıyordu. Şimdi nasıl olurda onu bırakabilirdi ki? Sebebiyet arayan düşünceleri bir yenisini daha eklerken bakışlarını erkeğin yüzüne çevirdi ve zamanı tutamadığı bir görüntüyle tenine sapladığı bıçak, teninden akan sıvıları geceye teslim ederken dudakları arasından histerik bir inilti çıktı korkuyla. Canı yanıyordu sanki. Parmaklarını erkeğin bedenine doğru sararken acısını dindirebilirmiş gibi onu sarmış ve dizini sabit tutmaya çalışarak onu yere uzatmıştı. ''Ben çok üzgünüm...'' Sözler dudaklarından korku ve telaşla çıkarken parmaklarını başına doğru bastırdı çaresizce. Canı yanıyordu ve bir şey yapamıyordu, kendisi sebebiyet vermişti buna ve şimdi de sadece izliyordu. Başını salladı düşünceleri arasında boğuluyormuş gibi. Parmaklarını bıçağın üzerine yerleştirirken tüm gücünü odaklamaya çalışarak konuştu sessizce. ''İstediğim canını yakmak değil, sadece iyi olmanı sağlayacağım. Söz veriyorum.'' Bıçağı hızla kızıl bir yarıktan çekerken erkeğin acı dolu çığlığı tekrardan kulaklarında yankılanmıştı. İçi acıyordu sanki, onun yerine yaralanmayı diliyordu defalarca. Erkeğin üzerindeki kumaştan bir parça yırtarken dizine doğru bağlamıştı sıkı bir şekilde. Üzgündü, sebebiyet verdiği şey için o kadar çok canı yanıyordu ki bunu anlatabilecek sözler kifayetini yitiriyordu sadece her an. Parmaklarını saçlarının arasından geçirirken etrafına bakındı ve sadece üzgün olduğunu söylüyordu sürekli. Adımlarını erkeğin yanına doğru çekerken dizlerinin üzerine çöktü ve başını kolları arasına aldı. Ağrısı dinebilirmiş gibi kollarını bedenine sararken iyileşeceğini fısıldıyordu kulağına umutla.
Yok oluşu tatmıştı adam, özünden bir parçanın yaralandığını hissedebiliyordu. Bedeni sadece bir kalıptı, içeride gerçek acıyı yaşıyordu. Dizleri üzerine düşerken acıyla haykırmamak için dişlerini sıkmaya başlamıştı. Kadının narin parmaklarını bedeninde hissederken hala ona kaçmasını söylemek istiyordu. Ama şimdilik kendi acısının içgüdülerinin önüne geçmesine güvenerek suskunluğunu korudu. Bedeni yere yatırılırken kadının korku dolu sesini işitiyordu. ''Ben çok üzgünüm...'' Hüzünlü de olsa sesini duymak bile iyiye işaretti, en azından onu öldürmediğini biliyordu. Bacağındaki acıyı katlanabilir kılan yegane kişi parmaklarını acının merkezine götürüyordu. ''İstediğim canını yakmak değil, sadece iyi olmanı sağlayacağım. Söz veriyorum.'' Dişlerini sıkmasına rağmen çığlığına engel olamamıştı, acının bedenini titretmesi ve ardından birkaç saniyeliğine vücudunun kontrolünü kaybetmesiyle Felix'in kafası yere düştü.
Dizinde hissettiği sıkılıkla yeniden gerçekliğe döndü. Kadının durmadan dilediği özürleri dinliyordu. Özür dilemesi gereken kendisi olduğu halde bunu dinlemeye katlanamıyordu. Aptal bir emir yüzünden az daha bir insanı öldürecekti. Hem de sadece sıradan bir insanı değil, onu. Kadının kolları arasına çekilirken bir yandan suçluluk duygusuyla eziliyor, diğer yandan ise kokusuyla tüm acısını unutuyordu. Gözlerini kapatarak birkaç saniyeliğine sonsuz huzuru tattı kadının şefkatli kollarında. Kadının omuzlarına tutunarak güç alan adam vücudunu yavaş yavaş kaldırarak kadınla göz göze geldi. Fazla yakınlığın getirdiği afallamayla öylece kalan adam zayıf bir ses tonuyla "Özür dilemesi gereken benim."dedi. Bir anlığına kendini tutamayarak dudaklarına yönelen Felix son anda yaptığını fark ederek ayağa kalktı. Hafif neşeli bir ses tonuyla "Bu ormandan çıkmaya hazır mısın?" dedi elini uzatarak kalkmasına yardım etmek için.
Acının iliklerine kadar dolduğu gözlerinden birkaç damla yaş süzülürken sebebiyet verdiği şeye baktı, birine zarar vermişti Isabella. Düşüncesi bile soluklarını keserken soğukkanlı olmalı, yaptığı şeyi devam ettirmemeliydi. Kayıpları o kadar çok olmuştu ki genç kızın, birini bu şekilde görmek ölesiye canını yakıyordu. Parmakları arasında tuttuğu erkeğin yüzünde dolaştırdı ellerini yavaşça. Pürüssüz teni ve birbirine karışmış saçları arasından parmaklarını geçirirken her şeyin düzeleceğini fısıldıyordu. Yürüyememesinden korkuyor, gücünü kaybedebilmesinden korkuyordu gözlerine bakarken. Her şeyi gizleyemiyor gibiydi şimdi o güzel irisler. Yaşanmışlıkların yarattığı, bir yaratılışın başlangıcı gibi parlaklıkları sönmeyen yıldızların sonsuz döngüsü arasında geceden göz kırpan bir lütuf gibiydi adeta. Parmaklarını omuzlarına doğru yasladığında bedenini kaldırmaya çalışıyor gibi gözlerinin hizasına gelen gözlerine baktı. Soluklarını hissedebilecek kadar yakınında duruyor, solukları küçük bir meltem gibi yüzüne çarpıyordu. Ona bu kadar yakın olmak tarifi zor, sessizliğe gizli ve karanlığın arasında doğan gece güneşinin parıltılarıydı. Sonsuzluk varsa, kendi ayaklarıyla ona gelmişti şimdi. ''Özür dilemesi gereken benim.'' Sesinin neredeyse bir hüzünle buluştuğunu söyleyebilir, bakışlarında hiç görmediği şeylerin farkına varabiliyordu. Unutabilecekmiş gibi gözlerini ondan ayırmamış, çehresinin her bir kıvrımını zihnine yerleştiriyor ve mükemmelliğini kazıyordu benliğine. Sonsuzluk varsa sadece içlerinde, ölümsüz ruhlarındaydı. Birbirlerine yaklaşan çehreleri bir küçük solukla ayrılırken dalgınlığını gizleyememiş ve bedenini dizlerinin üzerinde geceye sunuyor gibi oturmuş ve af diliyordu. Annesi için, sevdikleri için... "Bu ormandan çıkmaya hazır mısın?" Erkeğin toprağı ezen sert adımlarına bakarken şaşkınlıkla yüzüne baktığında nasıl kalktığını anlayamıyordu. Canının yandığını görebiliyor, sadece umarsız davranışlarının süslediği çehresini izliyordu. Ona uzattığı parmaklarına kenetlerken parmaklarını destek almamaya çalışarak kalktı. Omuzlarında dolaşan silueti ondan biraz kısa ve daha çelimsizdi ama onu taşıyabilecek kadar da güçlü hissediyordu. Erkeğe daha da yaklaşırken bedenine daha da sokuldu ve parmaklarını beline doladı ağırlığını kendisine vermesini istiyor gibi. ''Bana tutun Felix.'' Sözleri temkinli ve ağır bir ifadeyle sıcaklığına sarınırken çarpıntısı varmış gibi soluklarını düzeltmeye çalıştı dudaklarını aralarken. Güvende hissetmemeliydi biliyordu, o bir yabancıydı ama sanki onu en başından beri tanıyordu. Bir eliyle erkeğin kolunu omzunun üzerine bırakırken karanlığın içinden ayrılmış ve kalabalığın ardından geniş otoparka gelmişlerdi. Elindeki metalin üzerine bastı ve ışıldayan parıltılar karanlıkta iz bırakırken kapıyı açtı onu koltuğa doğru oturturken. Kokusunu daha da içine çekerken gözlerine bakmamış ve sessizce kemerini bağlamıştı bedeninin üzerinden. Onu bırakamazdı, nasıl ölüme ya da bir acıya terk edebilirdi ki, neden bir insana zarar verirdi? Bunlar anlayamayacağı şeylerdi sadece. Koltuğuna otururken gecede gürüldeyen ölüm motoru çalışmış ve karanlığın arasından usulca kaymıştı.
Kapısını açan korumalarından bir tanesi yüzüne şaşkınlıkla bakarken bir sualde bulunmamış ve Felix'in kapısına yönelmişti güvenliğinden çekiniyormuş gibi. Parmaklarını erkeğin güvenliği için duran kuşağa uzattı ve usulca açarken onu evinin huzurlu atmosferine taşıdı sessizce. ''Burada güvende ve iyi olacaksın.''