Seth de kendini dışarıya atmıştı. Sıkıntıdan. Kabuslardan, rüyalardan kaçmaktan değil. Hoş, dün gece kabus görecek kadar uyumamıştı. Odasında uyuduğu sarışın uyutmamıştı da denebilirdi. Ancak bu bile sıkıntısını uzun süreliğine giderememişti. Kapıdan çıkarken şapkasını kafasına geçirdi ve bir sırıtışla geriye baktı. Bu kızla bir daha işi olmayacağından emindi. Şapkasını gözlerini gizleyecek şekilde indirdi ve kapıyı ardından kapattı.
Bugün ne yapacağı hakkında bir fikri yoktu. Her güne böyle başlıyordu, ardından mutlaka yapacak bir şeytanlık bulurdu. Üzerinde her zaman giydiği uzun ceketi, olması gerekenden kısa , küt kravatı ve pantalonunun üzerinde iki kemeri vardı. Onun tarzıydı bu. Zincirleri, eldivenleri ve şapkası tarzını tamamlıyordu. İnsanların garip bakışlarını takmadan ormana kadar yürüdü. Buraya neden geldiğini bilmiyordu. Omuz silkerek ağaçların arasında ilerledi.
Taa ki, bir sihirbazın varlığını hissedene kadar. Başını yavaşça kaldırdı ve şapkasının ucunu tuttu. Bu ilginçti. Uzun zamandır ilk kez bir sihirbaza rastlamıştı. Olduğu yerde parmak uçlarında dönerek sihirbazın olduğu yere doğru yürüdü. Kulaklarını takmış müzik dinleyen bir kıza gözü çarptı ve fazla yaklaşmadan durdu. Bu ormanda işi neydi? Belki de insanlara belli etmeden güçlerini kontrol etmek için buraya gelmişti. Tüm sihirbazlar "ucube" lakabı almamak için güçlerini akademide kullanır veya gizli yerlerde pratik yaparlardı. Bu sihirbazın gücü neydi acaba? İçindeki bilgi açlığıyla kıza doğru yürüdü.
"Ne kadar güzel bir gün, değil mi?" dedi sırıtırken kısılmış sarı gözlerini şapkasıyla gizleyerek.